Seçimler faşizmi kurumsallaştırmaktan başka bir işe yaramıyorsa, seçim “ahmak tuzağı”na mı dönüşmüştür? Bu durumda ne yapmalı?
Yazar Herkül Millas Türkiye’deki rejimi “halk faşizmi” olarak tanımlıyor. Seçimlerde hile yapıldığı iddiası ise gündemden düşmeyen bir konu. Ahmet İnsel’in üzerinde durduğu nokta ise, “Seçimli otokrasilerde seçimler tuzak mıdır?” konusu.
“Seçimle iktidara gelen bir siyasal güç, zaman içinde seçimleri amacından saptırıp, seçim ahlâkını ortadan kaldırırsa ve sonuçta demokrasiyi yozlaştırırsa, ne yapmak lazım gelir?” sorusuyla yazısına başlayan Ahmet İnsel, seçimle gelenlerin seçimle gitmediği diktatörlerin sayısındaki artışa dikkat çekiyor.
İnsel’e göre; iktidarı darbeyle, devrimle, ayaklanma, savaş veya iç savaş yoluyla ele geçiren ya da kan veya aşiret bağı gerekçesiyle devralan despot yönetimlerden de farklı bir kategori var karşımızda. Seçim, yasalar, kuvvetler ayrılığı, insan hakları gibi herşeyin sadece kağıt üzerinde varolduğu bu yeni kategori bu, dolayısıyla da klasik diktatörlüklerden çok farklı ve karmaşık.
İnsel’e göre bu rejimlerde; kural ve kurumlar kısmen ve yer yer işlemeye devam ediyor. Hem son derece vahim temel hak ve özgürlükler ihlallerinin sıradanlaştığı, hem demokratik kurum ve ilkelerin sistemli biçimde olmaktan çok rastlantısal olarak işlediği rejimler söz konusu.
Günümüz Türkiyesi’ni sık sık Nazizimle, Stalinizmle karşılaştırmak oldukça yaygın ancak İnsel’e göre önemli bir fark var:
“Günümüz otokratları iktidara demokratik rıza ile geldikleri gibi, düzenli aralıklarla yenilenen göreli çoğulcu ve serbest, en azından demokratik görünümlü seçimlerle iktidarda kalıyorlar.”
DESPOTLUĞA RIZA DEĞİL ŞEVKLE DESTEK VAR
İnsel’in üzerinde durduğu diğer bir konu ise kitlenin bu yeni despotluklar karşısındaki tutumu:
“Vladimir Putin’den Tayyip Erdoğan’a, Viktor Orban’dan Rodrigo Duterte’ye giderek genişleyen bir yelpaze içinde, seçimlerde oy kullananların çoğunluğu bu ülkelerde despotluğa rıza göstermekle yetinmeyip, büyük bir şevkle destekliyor.”
ANCAK OTORİTERLİKLE KALKINIRIZ İNANCI
İnsel’e göre yeni tip despotlar, geleneksel olanlardan farklı olarak demokrasiden otorkasiye geçişi tedrici olarak gerçekleştiriyorlar: “Putin, denge ve denetim sağlayan ara kurumları devre dışı bırakan iktidarın dikey gücünü savunuyor. Tayyip Erdoğan’ın devlet yapısı ve yönetimi anlayışı bundan farklı değil. Bu yönetim tarzı, ‘biz ancak otoriter yönetimle kalkınırız’ diye düşünen kesimlerin de desteğini alıyor. Bu anlamda bu rejimleri kendi özgün tarih ve sosyolojilerinin getirdiği farklar içinde, post-demokratik rejimler olarak tanımlamak yanlış olmaz.
ERDOĞAN NEDEN PUTİN’DEN BASKICI HALE GELDİ
İnsel’e göre Erdoğanizm, farklı gerekçeler nedeniyle Putin’den daha sert olmak zorunda kaldı:
“Türkiye’de Erdoğanizm’in, hemcinslerinden, örneğin Putinizm’den çok daha baskıcı bir yönetim tarzına başvurmak zorunda kalması, Türkiye’de sivil toplum hareketliliğinin, demokratik kurum ve geleneklerin çok daha yaygın ve güçlü olmasıyla alakalı. Rusya ve eski komünist ülkelerde toplumun büyük kısmının sergilediği siyasal ilgisizlik halinin Türkiye’de halen daha tam gerçekleşmemiş olması, iktidarı çok daha fazla baskıcı olmaya sevk ediyor. Bu nedenle Türkiye nüfusuna oranla bugün dünyada en fazla gazetecinin, öğrencinin, akademisyenin ve siyasetçinin hapiste olduğu ülke.”
NEDEN YENİ DESPOTLAR SEÇİMLERE BAĞLI
İnsel’e göre, günümüzün despotları seçimlere bağımlı haldeler: “Günümüz seçimli diktatörlükleri, girdikleri despotik patikanın bağımlısı haline geliyorlar ama düzenli aralıklarla yenilenen seçim meşruiyetine olan ihtiyaçları da bir o kadar devam ediyor. Bu nedenle, post-demokratik seçimli otokrasilerin sürekli aralıklarla iç ve dış düşman heyulasını canlı tutmaya, bunu beslemeye ihtiyaçları var. Ancak bu yolla etraflarında yeterli bir destekçi-seçmen topluluğunu tutabiliyorlar.”
SEÇİMLER AHMAK TUZAĞIYSA VAZ MI GEÇMELİ?
İnsel seçimlerin anlamsızlaştığı noktada neler yapılması gerektiği sorusuna ise şöyle cevap veriyor:
“Bu durumda seçimlere muhalefet saflarında katılmak, oy vermek, seçimli otokrasiyi son tahlilde meşrulaştırma operasyonunun bir parçası olmak mı demektir?
…seçimleri sadece ahmak tuzağı olarak değerlendirmek ve buna uygun davranmak, nihilizmle kinizmin birleştiği bir teslimiyet tuzağına dönüşür. Evet, seçimli otokrasilerde otokrat seçimi bir ahmak tuzağına dönüştürme amacındadır ama bunu tespit etmek, buna uygun davranmayı gerektirmez.
Seçimleri ‘ahmak tuzağı’ olarak değerlendirmek, despotik gücün kurduğu teslimiyet veya terk etme tuzağına yakalanmak demekse, seçimden seçime saman alevi gibi parlayıp sönerek muhalefet yapmak da otoriter yönetimin tam istediği gibi davranmak demektir. Demokratik mücadeleyi, sadece seçim kazanma amaçlı bir dönemsel hareketlenme olarak sürdürmek, demokrasiyi buna indirgemek elbette yetersizdir ve muktedirin seçtiği alanda oynamak, cıvalı olduğu apaçık zarlarla barbut oynamayı kabul etmekle yetinmek demektir.”