1996 tarihli Tony Scott filmi The Fan (fanatik) bir spor fanatiği üzerinden “fanatizm”in izlerini süren başarılı bir yapım. Tapınma ve şiddet üzerine önemli bir film.
Fanatik, Latince “fanum” (tapınak) sözcüğünden türetilmiş. Fransızcadaki karşılığı “din ve parti gayretiyle gözü dönmüş olan asabi” kişi… Hemen bütün tanımlarda iki kavram öne çıkıyor: Tapınma ve şiddet…
BİR KAYBEDİŞ HİKÂYESİ
Gil Renard tam anlamıyla bir kaybeden(looser)dir. Davranış bozuklukları yüzünden evliliği çatırdamaktadır. Karısı çareyi ondan uzaklaşmakta bulmuştur.
İşleri gitgide bozulan Gil’in depresyonu daha da derinleşir. Oğlunu da eskisi kadar görememektedir.
Hayatı bir burgaç (anafor, girdap) gibi her şeyini tüketmekte olan Gil’in elinde tek bir şey kalmıştır: Beyzbol ve hayranı olduğu Bobby Rayburn…
Gil, Rayburn’e o kadar hayrandır ki taraftarı olduğu takımdan başka bir yere transfer olduğunda bile ondan vazgeçmez.
Bu transfere gerekçeler bile bulur. Rayburn’ün yeni takımında başarısız olması ise bir felaketler zincirinin başlangıcı olur.
Robert De Niro, Wesley Snipes, Benicio del Toro gibi isimleri bir araya getiren film İMDB’de sadece 5,8 alsa da fanatizmin altındaki sebeplere dair söylemeye çalıştıklarıyla seyredilmeye değer.